* Doç. Dr. Nusret Kaya'nın Gazete Kadıköy'deki söyleşisinden...
Ülkemizde kadınlar, kendilerini tanımaya daha fazla çaba gösteriyorlar. Erkeklerin çoğunluğu rüya görmediğini söyler. Bu, kesinlikle yanlıştır. Her insan, her gece rüya görür. Sorun rüyaların hatırlanıp hatırlanmadığıdır. Rüyalarınızı hatırlamaya özen gösterin.
Çağımız "iletişim çağı" olarak adlandırılsa da birbirimizle gerçek anlamda iletişim kurduğumuz söylenebilir mi? Kendimizi karşımızdakine ne ölçüde anlatabiliyoruz? Ne ölçüde onu anlayabiliyoruz? Aslında sorulması gereken temel soru, kişilerin kendilerini ne ölçüde tanıdıkları olmalı. Kendimizin ne kadarını biliyoruz. Bizi biz yapan beynimizin ne ölçüde farkındayız? Onun ne kadarını tanıyoruz?
-Doç. Dr. Nusret Kaya, yıllarını insanların kendilerini, beyinlerini tanımalarına adamış, Kadıköy'de yaşıyor olmaktan da son derece mutlu olan bir psikiyatrist.
-Size başvuranları "hastam" yerine "danışanım" olarak adlandırmanızın nedenini öğrenebilir miyiz?
Toplumumuz insanı, psikiyatristlere başvurmaya yeni yeni alışıyor. Eskiden, biliyorsunuz, 'Ruh ve Sinir Hastalıkları' tabelaları asardı psikiyatristler. Bu insanlara 'hasta' olduğunu baştan kabul etmelerinin mesajını veriyordu. Bu mesaj, sorunu olan insanları bizlerden uzaklaştırıyordu. Son 10-15 yıldır, 'Psikiyatrist' tabelalarına alıştırdık insanları. Ben, bu yüzden bana başvuran kişilere, 'hasta' yerine 'danışan' sözcüğünü kullanmayı tercih ediyorum. Bu sözcük; 'danışan'larımla aramdaki ilişkiyi daha sıcak, daha yakın kılıyor.
-Yıllardır insan beyni üzerinde çalışıyorsunuz. Beynimiz hakkında biraz bilgi verir misiniz?
-İnsan beyni, hayvanların beyninden farklıdır. İnsan beynini iki ana bölüme ayırıyoruz. Alt ve üst beyin. Üst beyin(korteks) 1 milimetre kalınlığında bir kabuk gibi, beynin iki yarımküresini kaplar. Analiz, sentez yaptığımız, konuştuğumuz, öğrendiğimiz, öğrettiğimiz hücreler bu bölgededir. Üst beyin gelişme farklılıklarından ötürü, insanlar sadece üst beyinleri ile iletişim kurduğunda birbirlerini anlayamalar. Tartışmalar, politikalar üst beyin tarafından yapılır. Üst beyin, tüm beyin hücrelerinin %28'ini kullanır. Oysa alt beyin %72 hücre kullanımı ile toplam 100 milyar hücreye sahiptir ve beynimizin en önemli bölümüdür. Atalarımızın yaklaşık 4 milyon yıl öncesinden bu yana Ribonükleikasit(RNA) molekülleri ile bu şifrelerin kuşaktan kuşağa taşındığı Nobel Kimya Ödülü kazanan bilim insanlarınca 1988 yılında ispatlanmıştır. Duygularımız, doğanın kanunları alt beyinde, insanların kanunları üst beyinde geçerlidir.
-Bizler, alt beynimizi ne kadar tanıyoruz?
-Çok az. Çağımız koşulları bizi sadece üst beynimizle yaşamaya zorluyor. Sahip olma, para kazanma hırsı belli çevreler tarafından körükleniyor. Tüm bunlar sadece üst beynimizi kullanarak yaşadığımızın göstergeleridir. Alt beynimizi yeterince tanımadığımızdan, ondaki sert takıntıları çözemediğimizden, çağımız insanı; mutsuz, sorunlu, birbirleri ile gerçek anlamda sevgiyi yaşayamayan insanlar olarak tarihe geçecektir.
Alt beynimizi tanımamız açısından bir örnek vermek istiyorum. Köpekten korkmak üst beyin bilgisidir. Bir insan köpekle karşılaştığında korku duyarsa beyin adrenalin hormonu salgılar. Köpek, saldırganlık hormonu olan noradrenalin ile adrenalin arasındaki farkı algılayamadığından, kendisinden korku duyan kişinin kendisine saldıracağını zanneder ve o saldırmadan kendisi saldırır. Oysa alt beynin farkında olan kişi köpekten korku duymaz. Alt beyin tüm canlılara sevecen duygular besler. Saldırganlık duyguları, yerini sevecen duygulara bırakır. Bu duygularla diğer insanlara yaklaşımda sert, katı, sevgisiz insanların yumuşadığını, sevecen bir yapıya kavuştuğunu gözlemliyoruz. Alt beynin farkına varılması toplumsal barışı getirecektir. Bu, alt beyin takıntıları sert olan kişileri yumuşatacak, üst beynin de daha net kullanılmasını sağlayacaktır. Alt ve üst beynin uyumlu kullanımı başarılırsa ileri tarihlerde savaşlar bitecek, insanlararası çatışmaların yerini sevgi, hoşgörü ve ruhsal güzellikler alacaktır.
-Tüm beyin hücrelerinin %72'sini kullanma yetisine sahip olduğunu söylediğiniz alt beynimizi tanımak için ne yapmak gerekiyor?
-Batıda rüya analizleri ve serbest çağrışım yöntemleri ile, doğuda ise meditasyon yöntemleri ile alt beyin tanıma çalışmaları yapılıyor. Rüya analizlerini, rüya yorumlarından ayırmak gerekir. Uyku sırasında üst beyin devre dışıdır. Rüyalardaki semboller evrenseldir. Rüya analizleri, bu alanda uzmanlaşmış psikiyatristler tarafından yapılmalıdır. İnsanı tanıma açısından alt beyindeki bilgi birikimi gerçek bir hazinedir. Oradaki sert takıntılar yumuşatılırsa, üst beyin çalışması da olumlu yönde etkilenir. İnsan daha yaratıcı, daha huzurlu, daha sevecen olur.
-Alt beyin takıntılarımız nelerden kaynaklanıyor?
-Bunun birçok nedeni var. Bunlardan en önemlisi iki yaşından sonra çocukların yakınları ile birlikte uyumasıdır. İnsanda üst beyin iki yaşından sonra gelişmeye başlar. Üst beyin gelişme göstermeye başladıktan sonra yakınlarla birlikte uyumada, uyku esnasında üst beyin devre dışı kaldığından alt beyin uyku esnasındaki bedensel temasları sex yapma olarak algılar. Bu durum, üst beyinde ağır suçluluk duyguları ve kompleksler yaratır. Bu nedenle iki yaşından sonra çocukların yakınları ile birlikte uyumaları kesin olarak yanlıştır.
Diğer önemli bir alt beyin takıntısına sık yapılan doğumlar yol açmaktadır. Her kadın ilk bebeğini içgüdüsel olarak ister. Soyun devamı içgüdüsünü ona aktarır. Ancak birinci bebek meme emme aşamasında iken; yaşanan ikinci gebelikte, anne alt beyni bu bebeği reddeder. Bu reddediş, bebeğin alt beynine annenin alt beyni tarafından aktarılır. Olumsuz kayıtlar aktarılan bu bebeğin, yetişkin olduğunda halen kurtulamadığı sert takıntıları alt beyinde yaşadığına tanık oluyoruz. 'Sert takıntı' diye tabir ettiğim, 'istenmeyen canlı olma' takıntısıdır. Üçüncü alt beyin takıntısı ise erkekte sünnet olayıdır. İki yaşından sonra uygulanan sünnette kastraksiyon korkusu (tümden yitirme) denilen özel bir takıntı, alt beyinde sertleşir. Bu kompleks, erkeklerde yetersizliklere neden olduğundan; erkek, kadına sağlıklı ilişki yaşatamaz. Sağlıklı ilişki geliştiremeyen kadın ise rahim gücüne sarılarak yaşar. Yani analığı tek değer olarak var eder yaşamında.
-Bunun sakıncası nedir?
-Kadın beyninde orjin kod açılamadığından bu alt beyinde sert takıntıya neden olur. Bedenini keşfedemeyen kadın ilişkiden haz almaz. Bu yüzden sadece anne olurlar. Gösterdikleri sadece 'anne' davranışlarıyla eşlerini ve erkek çocuklarını çocuk alt beyinli kılarlar. Yani 'anne' gereksinimini bir türlü üzerinden atamayan bir sürü erkek yaratır yürüyen rahimler. Ben bu kadınlara 'yürüyen rahimler' diyorum. Çünkü sadece 'ana' olarak düşünen, davranan kadınlar rahim etkisi altına aldıkları eşlerinin ve erkek çocuklarının farkından olmadan bireyleşmelerine engel olurlar. Rahim kaynaklı yaşayan kadınlar, her zaman korku içinde yaşarlar. 17 Ağustos depreminden sonra ücretsiz terapiler başlattım. Bu terapilerin çoğunda kadınlar, 'Doktor Bey, ben kendim için korkmuyorum. Bana birşey olursa çocuklarım ne olur diye düşünüyorum.' diyerek korku ve güvensizliklerini dile getiriyorlar. Bu korku ve güvensizliklerin çoğu, bireyselleşememelerinden kaynaklanmaktadır.
-İki yıl önce özel bir televizyon kanalında yayınlanan 'Evrenin Dili' programında milyonlarca izleyiciye ulaşmaya çalıştınız. Faks ile binlerce rüya analizi yaptınız. Bu programın yayından kaldırılması üzerine izleyenlerinizden tepki aldınız mı?
-Elbette. Bu konuda hala tepki faxları alıyorum. Ne yazık ki, ülkemizde rüya analizi yapan çok az psikiyatrist var. Ben bu anlamda kendimi 'Don Kişot' gibi hissediyorum. Ancak ben bunca yıllık üst beyin bilgilerimle, alt beyin sezgilerimi birleştirdiğimde kendimde bireysel ego yerine sosyal egonun ortaya çıktığını farkeden bir psikiyatrist olarak, Amerika'da yaşamak ve çalışmak yerine ülkemde olmayı tercih ettim.
-Tekrar rüyalara dönmek istiyorum. Yedi binden fazla rüya analizi yaptınız. Size rüyalarını iletenlerin çoğunluğunu kadınlar mı, erkekler mi oluşturuyor?
-Kadınlar... Kadınlar, kendilerini tanımaya daha fazla çaba harcıyorlar. İzlenimim bu. Erkeklerin büyük bir kısmı rüya görmediğini söyler. Bu kesinlikle yanlıştır. Her insan her gece rüya görür. Sorun, rüyaların hatırlanıp hatırlanmadığıdır. Rüyalarınızı hatırlamaya özen gösterirseniz hatırlarsanız. İnsanlarımızı, rüyalarını yazmaya davet ediyorum. Alt beyinlerini tanımaları için bu önemli bir çabadır.
-Savunduğunuz Psikoestetik felsefe neyi amaçlıyor?
-Psikoestetik felsefe alt beynin farkına varması ile başlar. Duygularımızın kaynağı alt beyindedir. Bu yüzden üst beyinde sevmek isteriz, sevemeyiz. Kızmak isteriz, kızamayız. Kızmamak isteriz, kızarız. Çünkü alt beyin üst beyne galip gelir çoğu kez. İşte psikoestetik felsefe bizlere alt ve üst beynimizin uyumlu birlikteliğini kurmamızı, kendimizi tanımamızı, kendimizi tanırken insanlarla doğru, sevgiye dayalı iletişim kurmamızı sağlar. Bu nedenle herkesi psikoestetik felsefeyi öğrenmeye çağırıyorum. İnanıyorum ki, günümüzde yaşanan kavgalar, çatışmalar, savaşlar, terör, ırkçılık, sahtekarlık, hoşgörüsüzlük alt beyinde birbirimizi bulduğumuzda ve birbirimizi sevgi ile kucakladığımızda sona erecek. İnsanlığın bu barbar çağı ne kadar sürer, bunu bilmiyorum. Ama bir gün barış rüzgarları esecek gezegenimizde. Kadının erkeği, erkeğin kadını daha iyi anlayacağı, gerçekten bütünleşecekleri günler gelecek. Buna inanmasam tüm bu çabalar da anlamsız olurdu. Psikoestetik felsefe sayesinde insanların sevgi yumağı oluşturacaklarına inancım tamdır. Bu, insanın kendini evrenin bir parçası hissetmesi aşamasıdır.