Kim - Ocak 1998
Tutku nedir? Aşktan, sevgiden bağımsız başlı başına bir olgu mu?
Kadın ve erkek arasındaki ilişkiler genelde üst beynin hoşlanımıdır. Yani birbirlerine politika yaparlar: "Ben Pink Floyd'u seviyorum", "Ah ben de!"; "Ben piyano çalmayı seviyorum", "Ah ben de dinlemeyi" gibi. Bunlar daha çok kısa süreli ilişkilerdir.
Bu yüzden mi ilişkinin başlangıcında fizik çok önemli rol oynuyor?
Tabii, çünkü üst beynin en önem verdikleri şekil ve para. İkinci neden de şuuraltının nevrotik libidosu. Toplumun yüzde 80'inin şuuraltı takıntıları sert. Bu takıntıların sebepleri üzerinde daha önce durmuştuk. Örneğin, anne, baba, kardeşle aynı yatakta uyumak gibi masum gözüken olaylarda aktarılan seks içgüdüsünün suçluluk ipleri çok daha kalın oluyor. Yani, Elektra ve Oidipus kompleksleri dediğimiz özel takıntılar sertleşiyor. Şuuraltı takıntılar sert olduğu zaman da libido, yani cinsel enerji alt beyne inmiyor, sadece şuuraltı seviyede kalıyor. O zaman kadınla erkek arasında tutku ya da hastalıklı ilişki diyebileceğimiz bir ilişki başlıyor. Çünkü karşılıklı olarak birbirlerinin şuuraltı takıntılarını besliyorlar.
Nasıl oluyor bu?
En sık rastladığımız takıntıyı cinsel kimlik kargaşası olarak özetleyebiliriz. Örneğin, kız bebek annesinin yanında uzun süre yatarsa, şuuraltı sistem kadın etkileşimine alışır. Sonradan bir de klitorisle oynarsa -ki klitoris bir yer
de gelişmemiş bir penis-, bu takıntı daha da sertleşir. Yani şuuraltı sistem yüzde 50 dişi, yüzde 50 erkek gibi çalışmaya başlar. Aynı şey erkek için de geçerli. Böylece, şuuraltının libidosu karşılıklı akmaya başladığı zaman birbirlerinin takıntılarını beslerler. Bu tarz aktarım genelde poligamdır. Çünkü şuuraltının nevrotik libidosu dış etkilere açıktır. Bunlar sıklıkla aşk zannedilir, çünkü yoğun bir duygusallık vardır, ama nevrotik bir duygusallıktır. Alt beyin açılmamış okluğu için kişiler birbirlerine güvenmezler ve paranoyalar başlar: "Nerdeydin, nereye gittin, kuaförden neden geç geldin, cep telefonunda numarası kayıtlı bu kadın kim..?" Çok azımız bunları aştı, alt beyin açıldı diyelim. Toplumumuzda rahim etkisi nedeniyle alt beyin açıldığında çok sıklıkla çocuk alt beyin çıkıyor ortaya. Kadınlar bu noktada daha şanslı.
Kadın doğurduğu için daha güçlü
Çünkü kadın doğurduğunda alt beyin otomatikman tedavi oluyor, büyüyor. Annelik içgüdüsü; büyüyecek ki bebeğine baksın. Ama erkeğin öyle bir şansı yok. Erkek üst beyinde çok zeki olabilir; doktor, mühendis, avukat, politikacı olabilir. Ama alt beyni çocuk kalıyor.
Çocuk sahibi olmak erkeğe bu anlamda hiçbir olumlu etki yapmıyor mu?
Hayır. Çünkü baba, bebeği karnında taşıyıp da onun verdiği feedbackle alt beyni büyütemiyor. Yani baba olduğunda erkeğin alt beyni tedavi anlamında büyümez. Hatta çoğunlukla da -yine patolojik bir ilişkidir bu, eşiyle arasında cinsel hayat doğal düzeninde değilse, karısı doğurduktan sonra karısının rahminin etkisine girer. Üst beynin yaşı otuzdur, alt beynin duygusal yaşı sekizdokuzdur. Bunun üst beyindeki kişilik anlamında yansıması ise, "disorganize personalite" dediğimiz organize olamayan kişiliktir: Sorumluluk alamaz, işlerinde başarılı olamaz, evinin geçimini sağlayamaz, alkol gibi alışkanlıklara sapar... Çünkü temelde özgüven yok. Kadın doğurduğu, dolayısıyla da alt beyni büyüdüğü için daha güçlüdür ve birçok zamanlar erkeğin bu defektini tamir eder, en azından yuvayı organize eder. Yani bizim toplumda yuvayı kotaran dişi kuştur. Bu durumda kadın için koca, alt beyinsel anlamda başkadır; erkek çocuk yerine geçer. Hatta yaş ilerlediği zaman -etrafımızdaki çiftlere bir göz atalım- her şeyi kadının organize ettiğini görürüz. Bu temel aksaklıkları düzeltmeden kadın-erkek ilişkilerini doğal bir süreçte yaşamak mümkün değildir. Çünkü hakiki anlamdaki beraberlik mind-body, yani beyin ve vücut beraberliğidir. Vücudun da, seksin de komutası alt beyinde olduğundan alt beynin açılması şarttır. Bunun da A harfi -ben buna ham libido diyorum erkeğin eşini vajinal orgazma götürmeyi öğrenmesidir. Mutlak rahim etkisi aynı zamanda bizi Allah'ın farkına varılması öncesi genetik kodlara götürür. Allah'ın farkına MÖ 900'lü yıllarda Tevrat'la varıldı, Kuran'la son halini aldı. Ve dikkat ettiyseniz bütün bu tektanrılı dinler erkek dinidir.
Bütün tektanrılı dinler neden erkek dinidir?
Neden? Çünkü Tevrat'tan önceki 5.000 yıl rahme tapınılmış. Tabii bu arkeolojide ve tarihte "anakraliçeye tapınma" olarak geçiyor. Hatta Anadolu medeniyetlerinin Lidya ve Frigya uygarlıkları zamanında anakraliçeye, yani rahme tapınma o kadar artmış ki, erkekler birtakım mabetlerde toplu olarak penislerini kesmeye başlamışlar. Belki de kastrasyon kompleksinin ilk korkusu oradan geliyor. Morgan'ın tasniflerinde vahşet, barbarlık çağı dediğimiz dönemlerde toplumlar zaten çocuk. Evlilik kurumlan yok, dolayısıyla dölleyen erkek, yani baba belli değil. Bir tek doğuran rahim belli. Bunun anlamı da bütün toplumların mutlak rahim etkisinde kalması. Tek tanrılı dinler de bunun dengelenmesidir aslında. Evlilik kurumundan sonra biraz dengelenmeye başlamıştır. Ama henüz ideal şeklini almadı. Erkeğin güçlenmesi lazım. Güçlü olabilmesi için en erken sekiz dakikada boşalması, hatta zaman zaman hiç boşatmaması gerekiyor. Daha önce de söylemiştim, boşalma kadınlardaki regl dönemine eşittir, yani seksin doruk noktası değil, zevkin bitimidir, sperm israfıdır. Amerika'da bu söylediklerim lehine bir araştırma yapılmış ve çok sık seks yapan ve boşalan erkeklerde üst beyin sisteminin erken inceldiği, yani erken demansa girdiği (bunamak) saptanmış. Spermler canlı çünkü. Ve vücut sistemi o canlıları yeniden yapmak için müthiş bir enerji sarf ediyor. Erkek erken boşalmamayı öğrenirse kadın da vajinal orgazmı daima öğrenir.
Tutku, patolojik aşk ya da hastalıklı ilişki
Kadın bu konuda erkeğe yardımcı bir rol üstlenebiliyor mu?
Bütün bunları öğreterek, anlatarak yardımcı olur. Kadınlarımızın çoğu üst beyindeki erkek baskısı yüzünden orgazm olamadıklarını söylemek yerine orgazm taklidi yapıyorlar. Kısır bir döngü bu. Mutlaka düzeltilmesi gerek. Düzeltilmediğinde hastalıklı beraberlikler ortaya çıkıyor. Tutku ya da patolojik aşk dediğimiz beraberliklerin nedeni doğaya uymamak. Doğaya uymak da doğanın ve alt beynin kanunlarını bilmek demek. Fakat insanlar özellikle teknolojik devrimlerden sonra üst beyinlerine o kadar çok ödün vermişler ki, çoğumuz korteksin otomatik portakalları olmuşuz: Renk, şekil, para, hırs... Hedef, alt beyindeki o çocuğu hissetmemek olmalı, çünkü hissedersen özgüvenin kaybolur. O zaman da güven üst beyinsel olur. Bu da sırçadan köşk gibi.
Şarkılarda son dönemin en favori sözlerinden biri "içimdeki çocuk". Bu içimizdeki çocuk aslında bir hastalık belirtisi mi?
Tabii. Şarkılarda çok romantik gibi gözüküyor ama, içimizdeki çocuğu büyütmemiz şart. Tamam, alt beyin de üst beyin de çocuk, o zaman yaşa! Git seksek oyna. Ama alt beyin çocukken üst beyin gelişmişse, bunun anlamı, sorumluluk alamamak, kendisiyle barışamamak, özgüven yitimi, hakiki anlamda üretkenliğin ve gücün yitimi... Güç ve yaratıcılık alt beyindedir ve eğer onu çocuk bırakırsanız, biter.
İnsanın yaradılışında sadizm ve mazoşizm var mı?
Eğer alt beynimiz çocuk ve ilkelse, mağara döneminin birtakım kaideleri ortaya çıkar. O dönemde daha tarım bile keşfedilmemiş olduğundan avcılık yapılıyordu ve hayat "saldır-parçala-ye!" komutasıydı. Bu komuta da alt beyin sisteminde noradrenalin denilen bir maddeden kaynaklanıyor. Bunun tersi de korku maddesi adrenalin. Genetik bilgi şifreleri atalarımızdan bize geçiyor. Sadomazoşistik ilişkinin temelinde bu dışarıya vuran ya da vuramayan noradrenalin ve adrenalin maddeleri söz konusu. Ya sadist, yani o agresiviteyi üst beyninde bastırmayan -sekste bile-, ya da mazoşist, yani o saldırganlığa karşı kendini korumak istemeyen, korkuyla karışık bir heyecan yaşayan.
Mazoşist rolü genelde kadında
Mazoşizm tutkuyu kamçılıyor mu?
Dikkatini çekmiştir, genelde mazoşist rolü kadında, sadist rolü erkektedir, Mağara döneminden beri rol dağılımı nedeniyle erkek dışarda, avda, kadın ise mağarada olur demiştik ya, dolayısıyla kadının alt beyni daha çok adrenalin, yani mazoşizm; erkeğin alt beyni de daha çok noradrenalin, yani sadizm salgılayacaktır. Bunu sekste yaşamak ilkelliktir, yani mağara döneminin kalıntılarına uymaktır, Peki, heyecan verir mi? Verir tabii!
Korku zevke nasıl dönüşüyor? Korku beyin İçin olumsuz bir mesaj değil mi?
Peki o zaman neden korku filmleri best-seller olsun?!
DoÄŸru! Neden, bilmiyorum. Ãœstelik ben de severim korku filmlerini!
İnsanlar heyecan peşinde koşarken korkuya da ödün verir. Niye harpler bitmesin; bokslar, karateler giderek yaygınlaşsın ki?
Peki bu korku beynin neresine hoÅŸ geliyor, bizde neyi besliyor?
Çoğumuz doğanın kanunlarına uyrnayıp takıntılarımızla baş başa yaşadığımız için, beynimizdeki bu takıntıları besliyor, Çünkü takıntılar kendi içerisinde heyecan vericidir. Şuuraltında cinsel kimlik karmaşası varsa, o bir heyecan verir. Ama alt beynin doğasına indiğimiz zaman, orada heyecan yoktur, hakiki anlamda yaratıcılık ve güç vardır, Heyecanın ötesidir, Biz gücü kaybedip heyecan peşinde koştuğumuz için bütün bunlar moda gibi gözüküyor. Yani heyecan dediğimiz şey aslında takıntılarımızın beslenmesidir. Biz insanları psikoestetik felsefe başlığında alt beyinli, heyecanların, şeklin, paranın ö-tesindeki güzelliğe davet ediyoruz. Alt beyinde de heyecan ve duygu var; çok daha muhteşemi. Ama bu şekilde takıntıları beslemeyen. Mesela alt beyni açık insanların en müşterek özelliklerinden biri doğa sevgisidir.
Alt beyni açık iki insanın ilişkisi nasıl bir şey oluyor? Mesela, özgüven olduğu için paranoyaya yer olmuyor herhalde.
Çok enderdir böyle bir ilişki. Muhteşem bir şey olur ve bence hakiki aşk da budur. Alt beyni açık bir kadınla erkeğin alt beyinsel teması, hakiki anlamdaki mind-body ilişkisidir. O zaman yin-yang kavgası biter. Çünkü iki olgun alt beynin birbirine aktarmış olduğu şey yin-yang'ın bütünleşmesi, özdeşleşmesi, paylaşmasıdır, Ben bir gün böyle bir devreye gireceğimize inanıyorum, "insan beyninin aydınlanması" denilen bir sürü felsefe var ya, işte o budur. Mitolojik bir hikaye var; Vaktiyle Tanrıların canı sıkılmış, çünkü her şeyi beyin gücüyle elde ediyorlarmış. Kendilerini ikiye bölüp dünyaya yollamışlar; bir dişi, bir erkek. Dolayısıyla alt beynin derinliğindeki yin-yang bütünleşmesi o tanrının yeniden bir araya gelmesidir. Müthiş bir güçtür. Hatta eski Cabala öğretilerinde der ki, "Tanrının dişil yanı hep şeytanın etkisi altındadır,"
Kadın, şeytanın etkisi altında!
Neden?
Çünkü dişil yan, söylediğimiz nedenlerden dolayı daha çok rahim etkisi altında veya rahmi kullanma eğilimindedir ya, rahmi kullanma eğilimi bizi tanrının farkına varıldığı kodların öncesine düşürür; Mutlak rahim etkisi. Bunun anlamı da, -ilahi anlamda- iyi olmayan genetik kodlardır, çünkü daha tanrı keşfedilmemiştir. Onun için eski öğretiler hep tanrının dişil yanının şeytanın etkisinde olduğunu söyler. Buradaki mücadele, tanrının eril yanının dişil yanını şeytanın etkisinden kurtarmasıdır. Tabii bunlar kavramlar, sembollerdir; hakiki anlamda şeytan değildir bahsedilen. Bu sadece mutlak rahim etkisinin hastalık yapıcı etkisidir. Çünkü, mutlak rahim etkisi altındaki kadın, rahmi kullanır ve doğurur. Bîr müddet sonra çocuklar büyür, artık o rahim etkisine isyan etmeye başlarlar, o zaman da kadın hasta gibi olur.
Adem'le Havva olayında kışkırtıcı rolünün Havva'ya verilmesinin nedeni de böyle bir şey o zaman...
Evet. Artı, bütün kitaplarda geçen ortak hikayeye göre, Allah Adem'i yaratmış, sonra onun kaburgasından da Havva'yı. 5.000 yıl boyunca ilkel insanlar, doğurduğu için kadına tapınmış ya, bu olay da aslında -buna karşılık-erkeğe doğurganlık vermektir. Yoksa, n'olacak, tanrı dişiyi yaratır, dişi de erkeği doğururdu! Onun için, şuuraltımızı geçersek, ilkel bir libidoya geliriz, ilkel libidoda penis, vajina, klitoris, rahim gibi kavramlar geçerlidir. Ama ilkel libidoyu da geçip daha derinleşirsek, orada artık yin-yang bütünlüğü vardır. Hakiki anlamdaki aşk budur ve onun için çok önemlidir.
Gerçek aşkı bulmakta umutsuzluğa düşelim mi?!
Düşmeyelim, çalışalım! Çünkü beyin bilmi giderek ilerliyor ve bu söylediklerim de giderek daha çok insan tarafından anlaşılıyor. Günün birinde insanlık o seviyeye gelecek, buna kesinlikle inanıyorum. Ama yazılı tarihten itibaren 5.000 yıl yin, yani dişi, yani rahim hakimiyeti, yani anakraliçeye tapınmalar başlamış ve devam etmiş ya, 2.900 yıldır da erkek hakimiyeti devam etmeye çalışıyor. Demek ki, aşağı yukarı 2.100 yıl sonra dengeyi bulacağız!
Biz göremeyeceğiz yani!
Göremeyeceğiz, ama oraya doğru gidiyoruz, işte ancak o zaman gerçek anlamda gelişmiş insanlar toplumu olabileceğiz: Alt beyni olgun, savaşmayan ve özdeşleşen. Çünkü yin ve yang arasındaki dengesizlik, esasında harplerin temeli. Bu anlamda düşünürsen ve tarihi de bir incelersen, bunu göreceksin.